Murat’ın öyküsü"Ben de değişmek istiyorum.“

Murat

Kendisi bir şiddetle mücadele eğitimine katılmak zorunda. Ya ben? Ben de değişmek istiyorum. Çocuklarını döven bir baba olmak istemiyorum.

Arkadaşımla oyun parkında takıldık, çok sıkılıyordu. Kendisine dedim ki: Ben de tamam dedim: “Buradan geçip de tipini beğenmediğimiz ilk kişiyi dövelim!”. O anda oradan rengarenk kıyafetler ve garip bir saç kesimine sahip biri geçiyordu. Arkadaşım ona seslendi: “İbne misin oğlum!?”

Adam bizi takmadan yoluna devam etti. Bu beni çok kızdırdı ve üzerine yürüdüm. Ona bütün gücümle yumruk attım ve tam o anda bir polis belirdi. Birileri polis çağırmıştı. Bizleri karakola aldılar ve kimlik tespitimiz yapıldı. Arkadaşımı anne ve babası almaya geldi. Benimkilere ulaşılamıyordu. Vakit geç olduğu için beni kriz merkezine götürdüler.

Bekleme odasında oturuyordum ve öfkeliydim: Polise, adama, kısacası her şeye... Konuşmak da istemedim; konuşacak ne vardı ki? Başlığımı yüzüme indirdim. Bir sosyal işçi geldi ve bekleme odasında yanıma oturdu. 

Kafamı kaldırmadım. Canımın onun dırdırını çekmek istemediğini anlamasını istiyordum. Bana, danışma hizmeti almak isteyip istemediğimi sordu. Cevap vermedim. Ama vazgeçmedi; önce nerede bulunduğum ve benim için neler yapabileceğim konusunda kendisini dinlememi istedi ve ondan sonra yardım isteyip istemediğime yine de karar verebileceğimi söyledi. 

Böylece danışma odasına girdim. Bana sıkıntı çıkarmak yerine bana nasıl olduğumu sordu. Yine cevap vermedim. Birden karşımda çömeldi ve aşağıdan bana gülümseyerek, “Evde kimse var mı?” diye sordu. Dayanamayıp güldüm. 

Nasıl olduğumla gerçekten ilgilenen birisi olması, daha önceden tanımadığım bir duygu. Bunu gerçekten bilmek istiyordu ve durmadan sormaya devam etti: Sıklıkla öfkeli miyim? Sıklıkla canım sıkılır mı? Sıklıkla agresif miyim? Vesaire, vesaire, vesaire...

Ancak ailem beni teslim almaya geldiğinde gitmeme izin verebilirmiş. Ancak eve gitmeme engel bir durum varsa, bunu söylememi istedi.

Sonra bana, aileme ulaşmayı denemek zorunda olduğunu, nerede olduğumu bilmeye hakları olduğunu söyledi. Ancak ailem beni teslim almaya geldiğinde gitmeme izin verebilirmiş. Ancak eve gitmeme engel bir durum varsa, bunu söylememi istedi. O anda titremeye başladım. Aslında ben bunu fark etmedim, ama o fark etti. Bana neyden korktuğumu sordu. 

Soru gediğine oturmuştu! Birden dilim çözüldü. Babamın ne kadar çabuk kızıp dayak attığını anlattım. Sadece annemle beni dövdüğünü, küçük erkek kardeşime dokunmadığını... O anki ruhsal durumunun asla kestirilemediğini, ne zaman yanlış bir şey yapıldığının veya söylendiğinin bilinemediğini... Her zaman, yani, kendimi bildim bileli böyle olduğunu...

“Peki sen ne dilersin? Bunun değişmesini istiyor musun?” diye sordu bana. Daha önce, bir şeylerin değişebileceğini hiç düşünmemiştim. Artık duruma alışmıştım. Durumun değişmesini istiyordum. Annemin ve benim artık babamdan korkmak zorunda olmamamızı... Ancak babam hakkında kötü düşünmesini istemediğimden bizi sevdiğini, bizim için çalıştığını, benim de çok fazla haylazlık yaptığımı söyledim. Kendisi ise, bütün bunların doğru olabileceğini, ama dayağa son verilmesi gerektiğini söyledi. 

Çocuklarını döven bir baba olmak istemiyorum. Denetçim, bunun güzel bir hedef olduğunu düşünüyor.

O günden beri bir kriz tesisinde kalıyorum. Anne ve babamı düzenli olarak denetçimle gerçekleştirdiğimiz toplantılarda görüyorum.

Babam, bizi kaybetmek istemediğinden değişeceğine söz verdi. Kendisi bir şiddetle mücadele eğitimine katılmak zorunda. Orada öfkesiyle baş etmeyi öğrenecek. Annem bir kadın danışma merkezine gidiyor. Orada biz çocuklarını şiddetten nasıl koruyabileceğini öğrenmeye çalışıyor. Babama, beni ya da kendisini bir daha döverse kendisinden ayrılacağını söyledi. 

Ya ben? Ben de değişmek istiyorum. Çocuklarını döven bir baba olmak istemiyorum. Denetçim, bunun güzel bir hedef olduğunu düşünüyor. Sanırım doğru yoldayım.